Tek mekan filmleri dediğimizde sinemayı çekici kılan unsurlardan birinin hiç kuşkusuz olayların geçtiği mekânlar olduğunu söyleyebiliriz. Hatta bazen filmlerin, öyküleri, karakterleri unutulsa dahi mekânları hatırlanır. Kimi zaman gerçek dünyadan kaçışa olanak veren büyülü bir dünya sunar sinema, kimi zaman da aklımızı hayatı sorgulatan sorularla doldurur. Filmlerin görkemli dekorlarıyla hayal alemlerine gidebilir, sokakların gerçeğe yakın görüntüleri ile acı gerçeklerle yüzleşebiliriz.
Telif hakları konusunda fikri mülkiyet; ilim ve edebiyat, müzik güzel sanat ve sinema olmak üzere dört ana kategoriden teşekkül eden fikir ve sanat eserleri telif hakları (copyrights) ile patent, marka ve tasarım gibi sinai mülkiyet haklarını kapsayan bir üst kavramdır. Fikri mülkiyet; İngilizcedeki “intellectual property” ve Fransızcadaki “propriete intellectuelle” terimleri için Türkçede bazen “fikri mülkiyet”, bazen de “fikri ve sinai mülkiyet” ya da “fikri, sinai ve ticari mülkiyet” karşılıkları kullanılmaktadır. Bunların anlam ve kapsamları aynıdır.
Sinema akımları henüz doğmadan önce Lumier Kardeşler ile başlayan sinemanın sessiz serüveni, sinemaya sesin girişiyle beraber yeni bir anlatım tekniği kazanarak daha geniş kitlelere hitap etmeye başladı. İlk dönem çekilen filmler;gerçeğin olduğu gibi verilmesi mantığı ile çekilirken, ses ve kurgu tekniklerinin sinemaya girişi ile birlikte kurmaca film ile gerçekliğe dayanan anlatı yapısı kırıldı.
Yılmaz Güney sineması dediğimizde yapıtları, yönetmenlik yaptığı dönemde üretkenliği doruk noktasına ulaşan (1967-74) Türk film endüstrisinin muazzam verimi ile (yılda 300 filme yaklaşan) beslenmiştir. Yılmaz Güney kendi hayatı ile filmleri ve film yapmak ile politik faaliyet arasında kesin ayrım yapmıştır. Ancak hayatı o kadar dramatiktir ki, yapıtlarının analizine girişmeden önce, yaşamını en azından kısaca gözden geçirmek gerekiyor. Kürt kökenli olan Yılmaz Güney, Adana civarında çalışan mevsimlik bir işçinin yedi ‘Çocuğundan biri olarak dünyaya geldi.
Ayastefanos Rus anıtının yıkılışı konusunda ilk Türk filmi olarak iddia edilen Fuat Uzkınay’ın 14 Kasım 1914’te çektiği filme ilişkin araştırmalarda bugüne dek bu filmin hiç kimse tarafından görülmediği ileri sürülmüş, bu nedenle de bu ilk filmin hiçbir zaman çekilmediği, çekilme aşamasında acemilikten yandığı ve en son olarak da filmin çekildiği, ve sonradan kaybolduğu ya da çalındığı savları ileri sürülmüştü.